19 Şubat 2015 Perşembe

sarılalım mı sıkı sıkı?


'Yavaş yavaş delirdim,kimse fark etmedi' Av. İpek Ertürk

- O intihar notuna yazmıştı bunu yıllar evvel, şimdiyse hepimiz her yere yazıyoruz. Bu memlekette yavaş yavaş deliriyoruz ve herkes bunun farkında. Kendisine yatakta sarılmadı diye karısını öldürenlerle, ellerinde 'free hugs' yazan harika insanların arasında sıkıştık kaldık, YAŞAMAYA ÇALIŞIYORUZ. Yüreğiniz sıkıştığında yanınızda sarılabileceğiniz dostlarınızın olduğu günler eksik olmasın.Haaa, bir de unutmadan başarın ve bu ülkede hayatta kalın.....


http://www.milliyet.com.tr/sarilmadi-diye-oldurmus--gundem-2016048/

görselin adresi: http://tobi-x.com/images/p_free_hugs_02.jpg

16 Şubat 2015 Pazartesi

çakım ve ben

lisede izciydim
(hayatımda yaptığım en isabetli şey hanife liderin izcisi olmaktı zaten)
ve kamplarda bir çakıya ihtiyaç duymaya başlayınca en hasından bir çakı edinmiştim
lise bitip üniversiteye gidince çakıyı babaevinde bıraktım
çünkü kampüse çok uzak olmasına rağmen vişnelikte-çok güvenli muhit denilen yerlerden birinde
hem de öğretmenler caddesinde ev tuttmuştuk
ama bir gece
ankara'dan gelen ayşegül ile peşimize 5 tane alkollü adam takılınca kendimizi bir bakkala zor attık ve
bakkal da pek oralı olmadı
bir iki dakika sonra tam da kapıda bekleyen adamların ortasına çıkmak zorunda kaldık dükkandan
feci korkutucuydu
ki kazulet gibi, koccaman elli ve görece güçlü bir hatuum
neyse öldük korkudan tabi
ne dükkandakiler bişiy yapıyor ne de biz bir şey yapabiliyoruz
laflar, iğrenç hareketler...
sonra vişnelik durağını çoook uzun yıllardır mesken edinen ve zaman zaman
beslediğim sevdiğim alman kurdu çıktı bir yerlerden
adamlara(!) hırladı etti ve aldı bizi apartman kapısına dek götürdü
hiç kimse yanımıza yaklaşamadı
ve biz yaşadığımız korkuyu çok uzun süre atlatamadık!!!
bu olaydan sonra memlekete ilk gidişimde çakıyı aldım geldim
neden diye hiç düşünmeden
espark'ın girişinde kadın güvenliklere 'emanete al, çıkışta aliim, bak durum bu ' diye rica ede ede dolaştım bir müddet hatta..
sonra bir derste
üst sınıflardan şuan neye benzediğini dahi hatırlamadığım bir çocuk
-demek derse geç kalmışım çok arkalardaydık ve ben de valizden hallice çantamı dökmüş bir şey arıyordum-
çakıyı gördü ve 'nası bir insan çakıyla dolaşır, ne yapacaksın ki ?' vs diye bana çıkışmaya başladı, aşağıladı da!!!
anlatmaya çalıştım baktım boş bakıyor bıraktım geçtim..
şimdi tekrar anlatmaya çalışayım, özgecan'ın ardından:
bu ülkede kadın cinayetleri akıl almaz boyutta arttı
ayşe paşalı, münevver karabulut, sinem yurdanur ve niceleri...
mesela az evvel kocasından dayak yeyip şikayetçi olan ve kamu davası açıldıktan sonra herifle barıştığı için bir çözüm arayan kadının cmk görevi geldi!!
harikaa...

siz bu kadar yontulmamış, bu kadar cani olmasanız, biz çakı taşımak zorunda hissetmezdik
siz bu kadar aşağılık olmasanız biz bu kadar katledilmezdik.
bitin artık
biran evvel bitin.

not: kendisi hatırlamaz ama alper tolga ' çakı nası tutulur bilion mu sen? bir şey olduğunda kendini koruyamazsan, sana saplarlar onu!' deyip bana çakıyı nasıl kullanmam gerektiğini tarif etmişti! her şeye rağmen neye maruz kaldığımızı, kalabileceğimizi bilen ve bizleri korumaya çalışan erkeklere de bin selam olsun

3 Şubat 2015 Salı

jandarma beni dövecekmiş!!!

mesleği çok sevmediğimden olsa gerek meslekle ilgili yazmak pek hoşuma gitmiyor
ama bunu anlatayım istedim:
dün ofise nerden ezip tezip bana geldiğini daha ilk gördüğüm anda merak ettiğim bir abi(!) geldi.
başladı dereden tepeden anlatmaya,
önce işini anlattı, çoluğunu çocuğunu, yönlendirici soru sorup sadede gelmesini sağlamaya çalışmama hiç izin vermiyordu.
tamam, dedim içimden. psikolog tuğçe çıkacak şimdi içimden,
durum ona ihtiyaç duyuyor.
anlattıkça anlatıyordu ve nihayet erkek kardeşiyle ettiği kavgaya geldi sıra ve sonrasında dün gece arayan jandarmanın telefonuna.
ne yalan söyleyeyim saçma bir sevinç oluştu bende ana konuya geldik diye.
jandarmacağız telefonda bizim abiye 'yarın9-9.30 gibi gelmezsen zorla getiririz ' demiş.
bizimki de jandarmaya gitmeden evvel bu nedenle bana gelmiş.
jandarmanın kendisini çok feci döveceğini iddia ediyordu.
neden abi dedim, başka bir olay mı var çocukla aranda
yok, dedi. zorla götürecekmiş ya beni..
uzuun uzuuun ve birkaç kere zorla getirme'nin ne olduğunu anlattım ona,
sonra ilçe jandarma komutanlığını aradım,
bilgiyi aldım, anlattım
numaramı da verdim
yarın babamla gidiyim bari, dedi çıkarken..
bir iki saat geçti aradan
köye gitmiş olacak ki
arkada birçok erkek sesi,kahve muhabbeti
abla, dedi
yarın beni dövceklermiş jandarmalar ,bunlar öyle diyor.

bak, dedim. yarın babanla git ama öyle bir şey olmayacak. olursa anında beni arayacaksın ve ben de avukat arkadaşlarımla geleceğim karakola.jandarmaları da şikayet ederiz kötü bişiy yaparlarsa, tamam mı?
tamam, dedi.
kendine iyi bak, hoşçakal. dedim kaparken.
bir daha gelmeyeceğini biliyorum.
çünkü bir İŞi yok.
ama şu var,
sokakta dolaşan ortalama bir türk insanı
çok kötü kalpli
biraz saf birini azıcık, üzüp korkutup KEYİFLENECEK kadar kötü

sevdiklerim bir arada

kafa'yı bu geçen aylardakinden daha mı çok sevdim ne?
kapaktaki kadın:aysel
zaten hayatımın idolü
bir de içindeki güzel süprizler
bu ayki sayıyı dadından yinmez kıldı
hele ki ofiste denk geldiğim 38. sayfa

( Bu sene kanal d'ye çok kızgın ve kırgınım. ama beni pek sallamıyor olsalar gerek zira bana artık hicran de'yi içindeki güzelim nadir sarıbacakla kaldırdılar...daha nicelerini tabi de ne yapayım be usta; ulan istanbul var o kanalda bir de tabi dört gözle beklediğim beş kardeş.. umarım başlayabilir beş kardeş.. neyse işte. kırgın ve kızgınım ya ben bu kanala dedim nasılsa bitirirler izleme tuğçe ama poyraz karayel'in fragmanları vsleri dayanamadım izledim.ve şu harika sahne belleğime kazınmıştı,kafada rastladım. mest oldum. ellerine, gönüllerine sağlık senaristlerin: ethem özışık, ertan kurtulan )



işte size 38. sayfa:

fotoğrafa bir şey olma ihtimaline karşı bir şunu yapayım şuraya da açıp açıp okurum:
Poyraz'ı üst komşusunun oğlu İsa, ödevini yapmak için ziyaret eder. Ödevi ise 'Ülkemiz ve Ekonomimiz'dir. Poyraz, İsa'ya ülkemizi şöyle anlatır:
Yaz...
Ülkemiz: 3 tarafı denizlerle çevrili içi yalnızlıklarla dolu bir kara parçasıdır. Ekonomimiz: Antalya'da portakal, Afyon'da sucuk, İzmit'te pişmaniye üretip bunları bir türlü kimseye satamayız.
Fransa'dan aydınlarımız için bunalım, futbolseverler için Güney Afrika'dan stoper ve Rusya'dan 1.80 üzeri gelinler ithal edip, bütün bunlar ülkemiz senaristleri tarafından televizyon dizilerine dönüştürülüp Araplara satılır.Ayrıca ülkemizde yazlar sıcak ve ter kokulu,kışlar ise soğuk ve yalnız geçer. Hem de çok yalnız geçer be İsa!
Ve ülkemizde en gelişmiş spor dalı karşılıksız sevmektir. Karşılıklı sevmeyi bir türlü beceremediğimizden dolayı az gelişmiş ülkeler seviyesinde kalırız. Halbuki batılı gelişmiş ülkelerde insanlar birbirlerini karşılıklı severler.
İsa: Poyraz abi.. Sen hiç aşık oldun mu?
Poyraz: Hayır ama bir kere omzumdan vuruldum...
İsa: Ne alaka şimdi?
Poyraz: İkisi de çok acı veren şeyler, boşver büyüyünce anlarsın...


ha bir de sağol kafa iyi ki varsın

bir dal subliminal alalım bizim çocuğa









birkaç gün evvel
okuması kolay diye
posta gazetesi almış teyzem eve!!
aa o da ne içinden bir öykü kitabı düştü gazetenin: Küçük kız ve ayı ailesi
baktım 7-8 sayfa koccaman da yazıları var:anane sen oku bunu
bu senin için
:) tamam dedi tatlışkom ve ben çıktım odadan
günler sonra salonda sürünen kitabı elime aldığımda ananem
'ben okudum, güzeldi !!!' dedi
merak ettim, ümitsizce.
açtım okudum.
sıradan ve bence saçma sapan...
neden çocuklara bunları reva görüyoruz ki!!
neyse asıl takıldığım ve belki de asla takılmamam gereken konu,
kitaptaki sayfaların içinde anne ayının kırmızı başörtüsü!!
subliminal derken derken ben de paranoyaklaşmış olabilirim tabi ama
8 sayfalık çocuk kitabında bir tek anne ayının üzerinde doğada olmayan bir şey var
o da baş örtüsü
-kusuruma bakmayın-
çok masum bulmadım demek biraz haksızlık olabilir belki, ama
baya baya gereksiz buldum.